Müzeci Nalan Dönmez Yakarçelik Hatay Müzelerini yazdı…
İskenderun Deniz Müzesi
Yukarıdan bakınca Antakya mı büyük, İskenderun mu bilemedim. Her ikisi de muazzam görünüyor. Kültürel, tarihi ve ticari açıdan zengin şehirler. İskenderun Hatay’a bağlı ve Antakya’dan sonra popülasyonu en büyük şehir.
MÖ 333 yılında, Büyük İskender’in İssos yakınlarında kazandığı zaferden sonra deniz kenarına kurulan Alexandreia’ya bir deniz müzesi yakışırdı. Nitekim büyüklerimiz de böyle düşünmüş olacak ki 2009’da Türkiye’nin 3. deniz müzesini açmışlar. Kentte iki büyük AVM’ye karşı bir müze… Ülke genelindeki yüzlerce AVM’ye karşılık, devede kulak kalan müze sayısıyla karşılaştırıldığında “ikiye bir” oran hiç fena sayılmaz.
1930’da özel konut olarak yapılan ahşap tavanlı, kagir bina, 1942’de Deniz Kuvvetleri Komutanlığı tarafından satın alınmış. Adet olunduğu üzere devletin bilumum daireleri olarak kullanıldıktan sonra, 2008’de müzeye dönüştürülmeye karar verilmiş. Restorasyon akabinde üç katlı yapı halka açılmış. Giriş katı; güncel sergiler için salonlar, kurslara yönelik atölyeler, hediyelik eşya, gişe, ofisler ve sinevizyon olarak düzenlenmiş. Bu kadar büyük ve zengin bir ilçenin sanatsal aktivitelerini müzenin içinde gerçekleştirmek, sanatçı için de hayli heyecanlandırıcı olmalı.
Kıvrılan bir merdivenle tırmanılan üst katta altı salon var. Türk deniz tarihi ve Hatay’ın yerel tarihi ile ilişkilendirilen bu salonların isimleri; Tayfur Sökmen, Şükrü Kanatlı, Barbaros Hayrettin Paşa, Cezayirli Gazi Hasan Paşa, Savarona ve Rauf Orbay. Her bir salonun teması doğrudan adında saklı. Hem genel bir deniz tarihi, hem de yerel tarihi öğrenip çıkabilmek mümkün… Ancak hikayeleri okuyabilirseniz. Zira okul grupları geldiğinde zaten küçük olan alanlarda sıkışıp kaldığınız için, onların çıkmasını beklemek ya da kendinize sota bir yer bulmak zorundasınız. İç sesinizi duyuyorum; “Bu müzecilere de bir şey beğendirilemiyor! Hem ziyaretçi gelmiyor derler, hem de kalabalık diye şikayet ederler…” Haklısınız… Biz yapılanı takdir edelim ama en iyisini de istemekten geri durmayalım, değil mi efendim! Hem herkesin akın akın geldiği, hem de rahatça dolaşıp tarihle baş başa kalabileceğimiz hacimde müzeler istiyoruz.
Çocukların rahat okuyabilmesi için, boylarına göre olan seviyelerde, çizgi karakterlerin ağzından bilgiler vermiş, çocukla çocuk olmuşlar. Gemi modellerinin bazıları kaba yapılmış olsa da genel bir fikir edinmek açısından -hiç yoktan iyi- dedirtiyor insana. Meraklısına gemici bağı öğrenmek için fırsat yaratmışlar. Bütün salonlarda kiosklar var. Sergi salonları arasına sıkışan ofis, tuvalet ve kütüphane biraz tuhaf kaçmış ama “alan dar” demiştik değil mi? Ciddi sayıda, çok da kaliteli eserleri var ancak ne restoratör, ne tarihçi- sanat tarihçi, ne de müzecilik uzmanları var. Müze sevimli, çalışanlar gayretli ama daha yapılacak o kadar çok şey var ki… Müzenin yeterli personeli olaymış her şey yoluna girecekmiş gibi görünüyor. Ah şu devletin personel istihdam politikası yok mu..!
——————————————————————————————–
Antakya’daki Hatay Arkeoloji Müzesi
Başlamadan önce, pek sık karıştırılan Hatay- Antakya farkını belirtmek gerekiyor. Hatay tüm ilçeleri kapsayan ilin adı, Antakya ise merkez ilçedir. Ancak Hatay Büyükşehir olunca Antakya da 2012’de ilçe oluvermiş. Antik Çağ’da “Orientis Apicem Pulcrum” (Doğu’nun Kraliçesi) denilen şehre, Romalı tarihçi Ammianus Marcellinus “Dünyada hiç bir kent, ne topraklarının bereketi, ne de ticaretteki zenginliği bakımından bu kenti geçemezdi” demiş. Bölge; Hitit, Asur, Babil, Pers ve Makedon, Roma, Bizans ve Osmanlı egemenliğine girmiş. Müslüman, Protestan Arap, Sünni, Alevi, Süryani, Katolik, Ortodoks Rum, Ermeni ve Yahudi gibi farklı etnik kökenleri var. Zenginliği buradan hesap edin.
1932’de başlayan kazılarda çıkan eselerin tek yerde toplanması için 1939’da tamamlanan Hatay Arkeoloji Müzesi, 23 Temmuz 1948 yılında Hatay’ın Anavatana katılışının 10. yılında ziyaretçilere açılmış. Çoğu Roma dönemine tarihlenen mimari ve diğer buluntular kentin zenginliğini bir yelpaze gibi açıveriyor önünüze. Dünyanın ikinci büyük Mozaik Müzesi burada. Antiokheia kökenli bir çok eser bugün Hatay Arkeoloji Müzesi’nin yanı sıra Princeton Üniversitesi Sanat Müzesi (ABD), Worcester Müzesi (ABD), Louvre (Fransa) gibi müzelerde saklanıp sergileniyor.
Müzenin arkeolojik ve etnografik eserlerle, sikkelerden oluşan koleksiyonu 35.442 parçadan oluşuyor. Ayrıntılı bir web sayfası var. Bilgi edinmek istediğiniz esere tıklayarak özet bilgilere ulaşabiliyor, detay için envanteri görüntüleyebiliyorsunuz. En göz alıcı parçaları oturduğunuz yerden de görebilirsiniz tabi ama gerçeğin yerini ne tutabilir.
Buraya eni konu zaman ayırmalısınız. Sindire sindire görebilmek için iki saat yetmez. Cephenin girişindeki yuvarlak nesne, önce çakma London Eye zannediliyorsa da değirmene daha yakın. Neden girişte böyle bir imge seçildiğini hiç anlamadım. Kocaman girişiyle ışıl ışıl ferah, içine çeken bir yapı. Sadece bir- iki ziyaretçinin olmasını sabah saatlerine bağlayalım da moralimiz bozulmasın. Kendinizi bucaksız Amik Ovası’nda tek başına hissettirecek bir koridora giriyorsunuz. Hatay kronolojisi; tarihsel muhakemeyi net yapabilmek için en ideali. Modern bir yapıya girince beklemediğiniz kadar eskiye gidiyorsunuz. Alışılageldiği gibi eski olan sadece vitrinlerdeki nesneler değil. Mağara betimlemeleriyle havaya sokuyorlar sizi. Taş devrine gittiniz. İşte zamanda yolculuk diye buna derim ben. İnsan bu temellerin arasında evcilik oynamak- tiyatro yapmak istiyor.
Şu tasarımcılar bir de zemine cam döşemekten vazgeçse ne güzel olur. 15-20 sene önce yeni malzemeydi, dayanılmaz cazibesi vardı tamam, ama hiç konforlu olmadığını fark edemediler hala. İnsan üzerinde yürümeye korkuyor. Bunun başka bir yolu olmalı. Camın üzerinde dikkatli yürüyeceği diye tedirgin olunca etraftakileri kaçırıyor. Tasarım dediğin şey sadece eseri öne çıkarmak değil, insanı da kollamak olmalı.
İlk Yorumu Siz Yapın