Atlas Pasajında açılan İstanbul Sinema Müzesi de bir hem tematik hem de tarih müzesi olarak tanımlanabilir. Müze mekanı olan Atlas Sineması İstanbul’un en eski sinema salonudur. 1870 yılında meydana gelen büyük İstanbul yangınında sonra Sultan Abdülaziz döneminde iş adamı olan Agop Köçeyan tarafından ev olarak inşa ettirildiği bilinmektedir. Bina zaman içinde geliştirilmiş ve günümüzde pasaj olarak kullanılmaktadır.
İstanbul Sinema Müzesi’ni, müzeografik ve küratoryel inceleme amacıyla gezdim ve yorumladım. Yeni açılması sebebiyle eksikleri olan bir müze olarak tanımlayabiliriz. Müzenin en büyük eksikliği, bir müzede olmazsa olmaz dediğimiz kurgunun bütünsellik içinde olmaması ve konuya hakim bir anlatımın ortaya çıkmaması söyleyebiliriz. Bu durum müzede anlatılmak istenen konu başlıkları, görselleri ve koleksiyon malzemelerinin beraber bir şekilde yorumlanmamasından kaynaklı olabilir. Bir müzenin oluşumunda en temel basamak, konun araştırılması ve küratoryel olarak kurgulanmasıdır. Görsel anlatımlarla da desteklenen metinler, müzeyi gezen ziyaretçilerin konuları anlayabilmesi için oldukça önemli bir yer tutmaktadır. Müzeye girişte, bu müzenin kapsamını, kimin hangi çalışmayla müzeye katkıda bulunduğunu gösteren bir künyeye ulaşamadım. Müzenin girişinde karşımıza bir dijital enstalasyon çıkmaktadır. Kime ait, ne anlatılmak istenmiş, bilgisi olmadığından dolayı bilinmemektedir.
Merdivenlerden çıktığımızda bizi ilk olarak dijital anlatımların oldukça fazla olduğu bir kat karşılamaktadır. Bu bölümün ziyaretçinin fotoğraf çekip eğlenebileceği bir alan olarak kurgulandığı orada çalışanlar tarafından dile getirilmektedir. İlk bakışta mekanın ihtişamı göz kamaştırmaktadır. Ancak mekanda ilerleyip etrafa göz atmaya başladığınızda bir eksilik hissetmeye başlıyorsunuz. Açıklama metni ya da gösterilen eserlerin neden buraya seçildiğini anlatan bir kurgu yoktur. Mekanda önce kaybolduğum duygusuna kapıldım. Görevliye sorduğumda, doğru alanda olduğum söylendi. Bir ziyaretçi olarak mekân yönlendirmelerinin eksikliğinden müzenin gezme rotasını algılanmıyor.
Dijital unsurlarla zenginleştirilmiş bu alan oldukça havadar ve ziyaretçiyi içine çeken bir bölüm. Ziyaretçinin dinlenmesi için oturma alanları bile düşünülmüş. Kültür, eğlence ve eğitim gibi birçok alanda görülen dijital uygulamalar, müzecilik faaliyetlerini kolaylaştıran bir unsur olarak müzelere de dahil olmaktadır. Gelişen teknolojinin geleneksel müze kavramını dönüştürdüğü, kültürü deneyimlemek ve yorumlamak için çeşitli seçenekler sunduğu ve topluluklar arası kültür alışverişine yeni imkânlar yarattığı vurgulanmaktadır[1].
Sergileme alanının tam ortasındaki dijital dokunmatik masada, çok kapsamlı bir “filmler” listesi ve film görselleri yer almaktadır. Oldukça kullanışlı olan bu çoklu dokunmatik masalar, müzelerde fazla bilgi ve görselin olduğu bölümler için işlevseldir. Bu alana da Türkiye sinema tarihinde yer alan hemen hemen tüm filmlerin eklendiği görülüyor. İçerik bağlamında içine her tür bilgiyi alabilen bu dokunmatik masanın müze geliştikçe gelişebilecek bir alan olduğunu gözlemledim.
Bu alanın solunda ise büyük bir duvara 3 farklı filmden seçilen hareketli ve sesli gösterimler yansıtılmaktadır. Mekanda bu alan güzel bir görüntü sağlasa da, üç farklı filmin gösteriminde seslerin birbirine karışması oldukça rahatsız edici olabilmektedir.
Bu bölümden çıkıp arttırılmış gerçeklik odasına geçerken yanlarda sadece üç boyutlu gözlüklerle görülebilen Türk filmi gösterimleri bulunmaktadır. Salgından dolayı gözlüklerin tedbir amaçlı kaldırıldığı, burada ne vardır diye sormamdan sonra açıklandı. O bölüme bu haliyle baktığınızda anlaşılmayan karışık film gösterimleri görülmektedir. Bu bağlamda müzelerde bazı uygulamalar bir süre kullanılmadığında üzerine ziyaretçiyi uyaran, bilgilendirme levhaları eklenmelidir; “şu an kullanılmamaktadır”, “tadilattadır”, “ödünç verilmiştir” gibi.
Arttırılmış gerçeklik odasının benim için bir hayal kırıklığı olduğunu söyleyebilirim. Müze sergi tasarımlarında artırılmış gerçekliğe yer verilmesi ise yaklaşık on yıllık bir geçmişi olan oldukça yeni bir uygulamadır. Artırılmış gerçeklik, içinde bulunulan fiziksel ortama bilgisayar ortamında üretilmiş sanal nesnelerin eklenmesidir. Ancak bu alan yeniden üretilmiş sanal bir nesne uygulaması içermemektedir. Bu bölümdeki tasarımda fotoğrafların üzerine tabletle taradığınızda Youtube dahi bulabildiğimiz Türk filmlerinden kareler tablete gösterilmektedir. Böyle bir içerik üretimi için arttırılmış gerçekliği kullanmak hem bir zaman kaybı hem de maddi açıdan çok fazladır. Burada neden böyle bir anlatım seçildiğini hiç anlayamadığımı belirtmek isterim. Zira içindeki çeşmenin etkisiyle bu oda, binanın en görkemli odalarından birisidir. Eğer bir arttırılmış gerçeklik uygulaması yapılmak isteniyorsa işte tam da odadaki bu çeşme üzerinde yapılabilirdi. Bir tabletle çeşmeye bakıldığında animasyonlu bir gösterimle o çeşmeden suyun nasıl aktığı canlandırılabilirdi. Arttırılmış gerçeklik sergileme ve yorumlama yöntemi olarak kullanılan önemli bir dijital unsurdur. Hali hazırda bulunan filmlerin fotoğrafların üzerine gelerek izlenmesi, arttırılmış gerçeklik tekniği olsa da, hem yaratıcı bir fikir değildir hem de ilgi çekmemektedir. Ayrıca dijital unsurların sürdürülebilirliği açısından bakıldığında, sadece arttırılmış gerçeklikle tanımlanan bu odadaki unsurların bozulması durumunda, yazılı bir anlatım da olmadığından dolayı bu alan işlevini yitirecektir.
Bu katın sergileme alanındaki en iyi dijital uygulama, mekanın en köşesinde yapılmış olan arttırılmış gerçeklik fotoğraf çekme bölümüdür. Dijital ekrandan bir sinema sahnesi seçiliyor, yeşil ekran önünde ziyaretçi o film karesi içinde yer alıyor ve fotoğrafı çekiliyor. Bu çalışmanın aynısı 2017 yılında açılan Beşiktaş Jimnastik Kulübü Müzesi’nde futbolcularla beraber fotoğraf çektirme alanı olarak kurgulanmıştı.
İstanbul Sinema Müzesi, 2021
Beşiktaş Jimnastik Klübü Müzesi, 2017
Bu alanda birkaç kameranın sergilendiği de görülmektedir. Müzecilik kriterleri kapsamında ele alındığında, açıkta sergilenmeleri eserlerin tahribatı bakımından oldukça sorunludur. Buna benzer açıkta sergileme örneklerini üst katlarda da maalesef göreceğiz. Eserlerin etiketi olarak dijital ekranlar kullanılmıştır. Bu genelde yapılan bir çalışma olsa da, ekranlar bozulduğunda bu eserleri açıklayan hiçbir etiketin, açıklayıcı grafik anlatımın olmaması dikkat edilmesi gereken bir sorundur. Etiketleme sistemini sadece bu katta, bu üç eser için görebilmekteyiz. Müze tasarımı ekiplerinin parçası olan iç mimar, endüstriyel tasarımcı meslektaşlarım vitrinler konusunda daha ayrıntılı değerlendirmeler yapacaktır. Ama benim gördüğüm kadarıyla vitrin sistemleri eserlere değil de, daha çok dijitallere uygun olacak şekilde düşünülmüş. Bu eğilimden yola çıkarak, biz müzecilerin yıllardır söyledi bir konuyu tekrardan dile getirmek isterim; “Bir müzede yapılacak işlerde mutlaka müzeolog görüşünün dikkate alınması gerekir.” Bu müzede nasıl bir fikir alışverişi yapıldığı, benim için merak konularından bir tanesidir.
Bu katta dijital uygulamalar dışında balmumu heykelleri göze çarpıyor. En önemli Türk filmi karakterlerinden Kemal Sunal ve Adile Naşit karşılıklı duruyorlar. Burada kısa da olsa bir anlatım bekliyorum. Tüm ziyaretçilerin karakterleri bildiği varsayılmamalı. Her ne kadar ülkenin çoğunluğu bu karakterleri bilse de, onların filmleriyle büyümemiş yeni nesiller ya da yabancı ziyaretçiler için gerekli gibi görüyorum. Bir yandan da müzeler hikayeler anlatmalıdır. Bu karakterlerin neden seçildiğini anlatan önemli bir hikaye, burada çok daha etkileyici olabilirdi. İlerlediğimizde “gulyabani” karakterini devasa bir yerleştirme olarak görüyoruz. Bir açıklama olmadığından dolayı bunun neden buraya konulduğuna bir anlam veremiyorum.
Bu katın sergileme alanındaki tüm dijital unsurları müzeolojik bir bakış açısıyla incelediğimde, bazılarının gereksiz kullanıldığını ya da yeterli açıklamadan yoksun kullanımlar olduğunu gözlemledim. Bir yanda da bu katta hiç bilgi panosunun olmaması bazı dijital unsurların havada kalmasına da sebep olmuştur.Bu tarz tarih müzelerinde dijital uygulamaların kullanımına karar veren küratörler ya da müze uzmanları, tarih biliminin kriterlerini göz önünde bulundurarak plan yapmalıdır.
Bu kat bittikten sonra binanın eski işlevi için yapılmış, üst katlara çıkan iki ayrı merdiveni olduğunu görüyorum. Bu rota, bir yönlendirme ve açıklama olmadığından dolayı kafa karıştırıcıdır. Müzede çalışan birine sorduğumda, ikisi de aynı yere çıkıyor ama farklı yerlerden denilmiştir. Rotadaki belirsizlik bir müzeci olarak beni tedirgin etmiştir. Hangi tarafından başlayarak kurguya devam etmeliyim dediğimde, o da önemli değil tüm katlar kendi içinde bölümlendi demiştir.
Bir merdiveni tercih edip üst kata çıktığımda hayalim, artık dünya sinema tarihini öğrenmek, oradan da Türk sinema tarihine geçiş yapmaktı. Maalesef yine hüsrana uğradım. Çıktığım anda beni içinde sinemacılıkla ilgili nesneler bulunan kocaman vitrinler karşılarken etiketleri dışında hiçbir açıklama panosu bulunmamaktadır. Bu bölümdeki eserlerin büyük bir bölümünün yurtdışından alındığı düşünülürse bir dünya sinema tarihi anlatısı amaçlanmış ama kapsam oturtulamamış gibi görünüyor. Vitrinlerde ise eserlere uygunluğu pek gözetilmemiş. Hepsi tekdüze bir şekilde yapılan vitrinlerin içine ne olduğu gözlenirken, her bir vitrin içinde pek de belli olmayan ekranlar konulmuştur. Ben bu yazıyı yazmaya karar verdiğimde müzenin yönetimine “bu vitrinler kimler tarafından tasarladı” diye sordum, vitrinleri de dijital unsurları tasarlayan ekibin yaptığını belirttiler. Çünkü tüm vitrinlerde ekranlar bulunuyor diye eklediler. Son zamanlarda mimarlarla yapılan müzecilik tartışmalarına bir de dijital üreticilerinin katıldığını görüyorum. Umarım özellikle salgın sayesinde çok da sık duyduğumuz “sanal müze” kavramından yola çıkarak dijital tasarım yapan firmalar artık biz de müze yapabiliriz demezler.
Üst katta Türkiye sinema tarihi açısından en önemli eser olarak Atatürk’ün 10. yıl Nutku’nu çeken kamera sergilenmektedir. Ancak hem bir müzeci hem de bir ziyaretçi olarak açık bir şekilde sergilendiğine inanamıyorum. Toz ve nem yoluyla bozulması bir yana ziyaretçilerin dokunarak esere vereceği zararlar kaçınılmaz görünüyor. Bu katta şimdiye kadar Türkiye sinema tarihinde uluslararası film festivallerinden alınan ödüller ve afişleri bile devasa vitrinlerde sergileniyorken neden bu kamera vitrine konmamış diye soruyorum.
Bu katta en çok beğendiğim bölümlerden biri; sansür konusunun anlatıldığı vitrinler oldu. Bu bölümde anlatılan konular oldukça açıklayıcıydı. Elbette Türkiye’de sinemada sansür konusu, sadece bir vitrine sığacak nitelikte değildir.
Bir diğer beğendiğim bölüm ise, Hacivat ve Karagöz’ün dijital bir masada öykülerinin ziyaretçi tarafından oluşturulmasıydı. Çok yaratıcı ve eğlenceliydi. Çocukların çok zevk alabileceği bir alan olduğuna kuşkum yok. Ancak müzenin tam ikinci kat merdivenlerinin dibinde, diğer taraftan çıkılsa kolayca gözden kaçabilecek bir şekilde konumlandırılmıştı.
Bu sinema tarihi bölümünden sonra yukarıda bizi geçici sergi alanı beklemektedir. Geçici sergi alanı yapılması bir müzenin olmazsa olmazıdır. Bu yüzden, olduğunu duyunca çok sevindim. Açılış için hızlıca hazırlanmış bir geçici sergi olduğunu da görünce hemen gezmek istedim. Ancak müzenin kendisinden farklı olarak oldukça çok metnin olduğu bir sergi olduğunu görünce şaşırdım. Müzenin tam tersi bir şekilde çok yazılı ve grafik unsur içeren bu serginin konusu kuşkusuz çok ilgi çekici ancak mekanın kocaman kitap sayfaları gibi kısıtlanması, her yüzeyde 200 kelimeyi geçen anlatımların olması, sergi seyrini imkansız kılmıştı, özellikle 2 katlı kocaman bir müze gezildikten sonra. Birkaç metin okumasından sonra ayakta oldukça fazla yazıyı okumaktan bir profesyonel olarak ben bile yoruldum. Serginin devamını maalesef okumadan gezdim.
Sonuç olarak müze önemli yapısı, tarihi ve eserleriyle oldukça ilgi çekicidir. Ancak müzecilik kriterleri bağlamında, küratoryel tasarımın yetersizliği, grafik unsurların azlığı, dijital kullanımların bazı yerlerde gereksiz kullanımı ve bütünsel anlatımın eksikliği gibi sebeplerden dolayı üzerine daha çok çalışılması gereken bir müze olarak görünmektedir.
Günümüzde biz müzecilerin en dikkat ettiği unsurlar, müzelerde mekânsal yapılanma ve içerik çalışmasının her yaştan ziyaretçiye hitap etmesidir. Ben bu müzede içerik anlatımının eksikliği sebebiyle yetişkin ziyaretçilerin bile bilgiyi tam ve doğru alabileceğinden şüphe duyarken, çocuk ziyaretçilerin ne algıladığını merak ediyorum. Harika bir koleksiyon edinildiği kuşkusuz ancak sadece eseri koyup etiketlemek değil, hikayesini de anlatmak, bir müzenin akılda kalması, bilgi verebilmesi ve öğretici olabilmesi açısından önemlidir.
Sinema dediğimiz faaliyet sadece kamera, oyuncu, yönetmen ve de ödüllerden ibaret değil, hayal gücünü destekleyen, içinde yaşatabilen, toplumsal hafızayı kuvvetlendiren sanatsal bir üretim olarak görüyorum. Bu bağlamda müzeden de en azından toplumsal hafızamızı kuvvetlendiren ve aynı zamanda ülkemizin sinema tarihine ışık tutan bilgileri daha derli toplu ve ayrıntılı vermesini dilerdim.
Müze açılırken sinema konusunda uzman profesyonellere danışıldı mı, bu konuda eğitim veren üniversitelerin katkısı ne oldu diye sormadan edemedim. Daha sorulacak çok soru var kuşkusuz. Sinema tarihi bu kadar önemliyken günümüzde sinema hayatımızda merkezi bir yer teşkil ediyorken gerçekleri, hayalleri ve eğlenceyi sinemada buluyorken bir müzede bunu nasıl veremiyoruz diye de sormak istiyorum.
Umarım müze yeni ve hızlı açıldığı için bu sorunları yaşıyordur. Umarım kendini geliştirir, benim sorduğum ve nice ziyaretçinin sorduğu, istediği içerikleri bize en yakın zamanda sunar.
[1] Maggie Burnette Stogner, “The Media-Enhanced Museum Experience: Debating the Use of Media Technology in Cultural Exhibitions”, Submitted to the Media in Transition 6, International conference, April 2009.
Zeynep Toy
Mayıs 2021
Tüm fotoğraflar Zeynep Toy’a aittir, izinsiz kullanılamaz.
İlk Yorumu Siz Yapın