Müzeci Mine Bora Diri’nin Rumeli Hisarı ve Anadolu Hisarı Müzeleri Müdürü Süleyman Faruk Göncüoğlu ile röportajı:
Şu unutulmamalıdır. İstanbul’un kendisi bir müzedir. Müze derken, duran ve sergilenen bir şehir ifadesi şeklinde anlaşılmasını istemem. Bugün dünyada müzeler bilim üretilen yerlerdir. İstanbul, Müze-Bilim-İnsan olma değerlerinin bütününü ifade eder.
***
1. Rumeli ve Anadolu Hisarı Müzeleri’nin müdürü olarak görev yapıyorsunuz. Her iki müzeden ve hisarların korunma sorunlarından bahsedebilir misiniz?
İstanbul Hisarlar Müze Müdürlüğü, Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde, 1968 tarihinde hayata geçirilmiştir. Rumelihisarı ilk kapsamlı onarımını 1959 tarihinde tamamlamış ve o dönemin onarım-restorasyon anlayışı ve değerlendirmeleri içerisinde koruma altına alınmıştır. Bugün hava kirliğinin artışı, Boğaziçi’nin nem ve tuz etkisi ve boğaz gemi trafiği içinde havaya bırakılan gazların etkileri nedeniyle ciddi yıpranmalar söz konusudur. Anadoluhisarı ve Rumelihisarı’nın İstanbul ve Türk tarihi içerisinde öneminin tam anlaşılamamış ve anlatılamamış olduğunu düşünüyorum.Belki de bu nedenle, bilhassa Rumelihisarı sadece manzarası için gelinen bir müze olarak hizmet vermiştir. Ve bir dönem tarihi mekan değil de bir konser salonu vazifesi yükletilmesi ile hor kullanılmaya tabi tutulmuştur.
Bugün, bu kadim mimari miraslarımız, vakti zamanında yapılan yanlış uygulamaların sorunlarını yoğun bir biçimde hissetmektedir. En bariz örnek; Anadoluhisarı’nın sur duvarlarının yıkılarak ortasından ana yol geçirilmesidir.
2. Bir sanat tarihçisi/ akademisyen ve müzeci olarak bize önemli deneyimlerinizden söz edebilir misiniz?
Efendim, öncelikle, kültür hayatı içerisinde nasip sahibi şimdiki ifade ile şanslı birisiydim. Üniversite hayatım olsun, üniversite dışında olsun alanında yetkin hocalarım oldu. Bilhassa akademik dünya dışında, arşiv meraklısı, amatör araştırmacı ve yazarlar ile müze camiasından olup bugün adları önemle anılan bilim insanları ya aile dostumuz idi veya bir vesile ile tanışmış ve kendileriyle bir hukukumuz ve dostluğumuz olmuş insanların himayelerini gördüm. Tarihçi Necdet İşli, Arkeoloji Müzeleri’nden Turhan Bilgili, Topkapı Sarayı Mukaddes Emanetler şefi Turan Turanbeg, rahmetli araştırmacı yazar Şinasi Akbatu, Türkolog ve önemli bir sahaf olan Nedret İşli, Prof. Dr. Aykut Kazancıgil, Prof. Dr. Ümit Meriç, musiki camiamızda önemli mihenk taşlarından Ruhi Ayangil, Memduh Cumhur Beyefendi, Prof. Dr. Hamza Gündoğdu, Nakkaş Nezih Uzel, Nakkaş ve Akademisyen Kaya Üçer, Prof. Dr. Abdullah Uçman, İstanbul edebiyat ve gündelik hayat üzerinde yaşadığı dönemde canlı bir hafıza olan rahmetli Prof. Dr. Orhan Okay, Bilgin Turnalı, bugün Askeri Müze içerisinde bağışladığı koleksiyonu ile de bilinen İlhan Hattatoğlu, Prof.Dr. Salih Tuğ, Akın Kurtoğlu ve Bekir Sıtkı Albayrak gibi bu değerli bilim ve kültür insanları ile uzun dönem teşrik-i mesaim oldu. Onlardan ilim dışında ve birey olarak bir şehirli olma kültürü olan yemek kültüründen adab-ı muaşereye, musiki zevkinden müzeciliğe kadar geniş bir dokümantasyon yanında zihin dünyamda da büyük ufuklar açmışlardır. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nda müzede memur olarak başladığım dönemde, Yeditepe Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak, “Müze ve Sanat Galerisi Yönetim” dersleri vermekteydim. Tecrübe olarak ifade edilecek olunursa, bakanlığımda, düz bir memurluk ile başlayarak, her kademe ve mevkide görev aldım. Yapı ve işleyişin nasıl olduğuna bir vücudun kılcal damarları kadar hakimim. Ayrıca, kurumun işleyişine vakıf olduğum kadar bireysel düzeyde kimin ne yapabileceği hakkında fikir sahibiyim.
Benim gibi, müze camiası içerisinde kültür varlıkları kurumu içerisinde görev alan, üniversitede teorik alanda ders vermiş ve bakanlığın ilk basamağından müze müdürlüğüne kadar kademe kademe çıkmış bir kişi yoktur. Bu önemli bir deneyim değil de nedir?
3. Kültür tarihine akademik hayatınız boyunca değer vermiş ve gelişmesi için çaba göstermişsiniz hatta İstanbul araştırma merkezini kuran bir uzmansınız, bunun sebebini müzecilik açısından nasıl ifade edersiniz?
Müzecilik, müze duvarları içerisinde yönetmeliklerin elverdiği görevleri yerine getirmekten ibaret değildir. Ülkemizde bu konuda köklü bir müzecilik kültürü ve entelektüalizmi oluşmadığı için devlet memurluğundan başka bir şey ifade etmeyen bir hale dönüşmüştür. Esasında müzecilik bir yaşam biçimidir.
Şu unutulmamalıdır. İstanbul’un kendisi bir müzedir. Müze derken, duran ve sergilenen bir şehir ifadesi şeklinde anlaşılmasını istemem. Bugün dünyada müzeler bilim üretilen yerlerdir. İstanbul, Müze-Bilim-İnsan olma değerlerinin bütününü ifade eder.
Bu nedenle Müze-Şehir ilişkisi içerisinde, medeniyet vardır…
Bir müzeci, karakol amiri tavrı ile hareket edemez. Zarif, naif ve entelektüel olmalıdır. Zaten ilim sahibi olan bu hale bürünür. Doğrunun ve ahlakın peşindedir. Dünyada bilmem ama bu topraklar müzecilik ilim ve ahlak ilişkisi içerisinde teşekkül etmiştir.
4. Sizin telif eser ve editör olarak destek verdiğiniz İstanbul Kültür Mirası Envanteri -online olarak- korunabildi mi, güncel hali ne durumdadır?
Hala devam ediyor ve üç büyük medeniyete ev sahipliği yapmış İstanbul’un kültür envanteri bitmez. Bilinmeyenlerin sayısında azalma yapabiliriz.
5. Size göre müzeciler, kültür yönetimi veya sanat tarihçileri yerel yönetimlerde kültür sanat uzmanı olarak nasıl yer bulabilirler?
Efendim, yukarıda da ifade ettiğim gibi Müze-Şehir ilişkisi içerisinde, medeniyet algısının önemi fark edildikçe ilerleyecektir, kurumlaşmanın temel gereği yetişmiş insan gücüdür. Dünya artık kültür savaşları dönemine girdi. Kim kendini daha iyi ifade edebiliyorsa ve dünya konjonktürü içerisinde modadan sanatın bütün dallarına bir kültürel baskı ağı kurabildi ise yeni dünya konjonktüründe dışlanmaktan kurtulacak. Bugün bunu fark edebilmiş değiliz ama bir anda karşımıza çıkacak ve panik halinde yetişmiş uzman arayışına yönelinecek. Bu süre çok değildir, bir süre sonra bunu yaşayacağız. Biz sanat tarihçilerin bu dönemi kendilerini yetiştirme yılları olarak görmeleri gerekiyor. Dünyadaki kültür ve müzecilik gelişmelerini takip etmeli ve kültürün nasıl bir etki alanı olarak değerlendirildiğine dikkatle bakmalıyız. Siyasi ve toplum dinamikleri üzerinde, ne biçimde uygulanmakta olduğunu gözlemlememiz gerekiyor. Bu tarihlerden sonra kültür kopyacılığı değil aksine yeni fikirler ve açılımlar yapan başarılı olacak.
6. Son kitabınız “İstanbul’un İlkleri”nden bahsedebilir misiniz, amacına ulaştığını düşünüyor musunuz?
Efendim, İstanbul hakkında bilgi sahibi olmayanlar için, merak uyandıracak şekilde bir İstanbul tarihi vermeyi amaçlamış bulunmaktayım. Demek ki, niyetlerimiz halis ki, on üç bininci baskı hayata geçti.
7. Rumeli Hisarı Müzesi’ne yapılan mescit hakkındaki fikriniz nedir, müzenin içinde güncel olarak dini bir yapıyı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Rumelihisarı inşa edildiği dönem de var olan bir mescittir ve İstanbul’un Türkler tarafından ilk inşa edilen mescitlerinden biridir de. Maalesef, İstanbul’un üç düşmanı var diye ifade edilir. Biri depremler, ikinci yangınlar ve üçüncüsü de imar düzenlemeleridir. Bu İstanbul depremlerinde zarar görmüş, yıkılmış ve tekrar tekrar inşa edilmiş bir tarihi yapıdır. Son inşasının kamuoyuna tam sağlıklı anlatılamamış olması pek çok yanlış bilgilenmelere ve ön yargılara sebep olmuştur. “Osmanlı İstanbul’unun İlk Yapıları Hisarlar ve Mahalleleri” kitabımız vaktinde yayınlanmış olsaydı, kamuoyunda bu yanlış bilgilenme olmayacaktı.
8. Sizce Müze bilimi/ Müzecilik Türkiye ve İstanbul’da nasıl bir konumda bulunuyor, bu konuda ne söylemek istersiniz?
Dünyada ilk müze ve müzecilik teşkilatını teşekkül ettirmiş olduğumuzu unutmamamız gerekiyor. Bugün İstanbul Arkeoloji Müzeleri binası müze binası olarak dünyada ilk inşa edilen binalardan biri. Efendim, her zaman ifade ettiğim şekli üzere, “Tanımazsak Sevemeyiz. Sevemezsek Sahiplenemeyiz”. Bizim sorunlarımızın temeli bu…
İlk Yorumu Siz Yapın