Yaşayan Müze

Akademisyen Kadriye Tezcan Akmehmet Yaşayan Müze üzerine yazdı…

AYNEN ÖYLE: YAŞAYAN MÜZE 

Günümüzde ‘müzecilik’ terminolojisinde pek çok kavramın anlamı açık ve nettir. Ancak çeşitli mecralarda bazı kavramların –hatta ‘müze’ kavramının bile- kullanımı konusunda problemler olduğu, farklı yazılarda ve müzecilikle ilgili konuşmalarda bazı kavramların kendi anlamının dışında ve doğru olmayan bir biçimde kullanıldığı görülmektedir. ‘Yaşayan Müze’ de bu kavramlardan biridir. Belki sizler de ‘müzeler ‘yaşayan müze’ olmalıdır!’, ‘……. Müzesi diğer müzelerden farklı olarak yaşayan müzedir!’ gibi cümleler kurulduğunu duymuş ya da okumuşsunuzdur. Bu yazıda ‘yaşayan müze’nin ne olduğunu ve ‘yaşayan müze’yi yaşayan müze yapan özelliklerini açıkladıktan sonra kendi anlamının dışındaki kullanımlarına yönelik görüşlerimi sunacağım.

Yaşayan Müze’nin Gelişimi 

Genellikle halk kültürü veya yöresel kültürel miras ile ilişkilendirilen yaşayan müzeler toplumsal tarihi ve geleneksel yaşam biçimlerini temsil etmeyi amaçlayan, koleksiyonlarını dış mekânda sergileyen müzelerdir. Uluslararası Müzeler Konseyi/ICOM (2008) yaşayan müzeyi açık hava müzesi ile eş anlamlı kullanmış; koleksiyonlarını dış mekânda sergileyen ayrı bir müze türü olarak açık hava müzesini çiftlik müzesi, yaşayan tarih müzesi, halk müzesi vb. ile örneklendirmiştir (Sukmataji, 2010, 11). Zaman içinde gelişen farklı müze türleri de yaşayan müze kavramı altında değerlendirilmiştir.

Açık Hava Müzesi (Open Air Museum)

Yaşayan müzelerin ilk örnekleri olarak ‘açık hava müzeleri’ kabul edilmektedir. Açık hava müzelerinin çoğu yeri değiştirilmiş/taşınmış yapılardan oluşmuş olmakla beraber, bazı müzelerin yapıları özgün konumunda da değerlendirilebilmektedir. Her açık hava müzesi diğerinden farklıdır; ancak pek çoğunun kuruluş amaçları, koleksiyonları ve mekân tasarımları birbirine benzerdir. Açık hava müzelerini aynı dönemlerde kurulup sayıları gittikçe artan ulusal sanat ve tarih müzelerinden ayıran en önemli özelliği, yüksek sanat eserlerinin gösterildiği bir mekân olarak tasarlanmamaları; sıradan insanların, köylülerin, kasabalıların, fakir ve evsizlerin tarihini kucaklamalarıdır (Rentzog 2007). İlk açık hava müzesi kabul edilen İsveç Stockholm’deki Skansen Müzesi, İsveç kültürel mirasını koruma temel fikriyle ve ‘kendini tanı’ sloganı ile 1891’de Artur Hazelius (1833-1901) tarafından kurulmuştur (Kron, 2012, 217).

Skansen Müzesi
Fotograf: Marie Andersson
http://www.skansen.se/en/welcome-to-skansen

Hazelius’un 1873’te kurduğu Nordiska Nordiska Müzesi’nin bir parçası olarak kurulan ve 150-200 yıl önceki şehir ve köy hayatını görmeye imkan sağlayan değişik mesleklerin ve geleneklerin sergilendiği Skansen Müzesi’nde ülkenin dört bir yanından getirilmiş çiftlikler, atölyeler, ahırlar, vb. vardır. Burada ziyaretçiler, çakmak taşıyla ateş yakma, yün eğirme, eski moda yemekler pişirme, kısa yataklarda dinlenme gibi geçmiş zamanın günlük yaşamının parçaları olan pek çok etkinliği deneyimleme fırsatı bulmaktadırlar (Kron, 2012).

Skansen Müzesi
https://exarc.net/issue-2013-3/mm/120-years-strategies-and-experiences-educational-and-handicraft-skills

Yaşayan Tarih Müzesi (Living History Museum) 

Yaşayan müze kavramı ile olarak adlandırılan müze türlerinden biri de ‘Yaşayan Tarih Müzesi’ (Living History Museum) dir. Avrupa ülkelerindeki açık hava müzelerinde geçmiş yaşantıları canlandıran, o dönemin giysilerini giymiş aktör uygulaması Amerika’da daha da geliştirilerek yeni bir müze türünün ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bu müzeler ‘Yaşayan Tarih Müzeleri’ olarak adlandırılmışlardır. Magellsen (2007) yaşayan tarih müzelerini, ‘yeniden inşa edilmiş ya da restore edilmiş alanlarda eğitsel amaçlarla tarihin belli bir döneminin kostümlü olarak yorumlanması’ olarak tanımlamaktadır. Bu müzelerin ilk örneği Henry Ford tarafından Dearborn, Michigan’da Greenfield Köyü’nde 1928’de kurulmuştur. 1969’da açılan Kolonyal Williamsburg da, bu müzeleri geliştirme konusunda Kuzey Amerika’da büyük bir etkiye sahip olmuş; Mystic Liman, Plimoth Plantation ve Louisbourg Kalesi gibi projeleri etkilemiştir.

 

Kolonyal Williamsburg
https://www.colonialwilliamsburg.com/locations/capitol

II. Dünya Savaşı sonrasında açılmaya başlanarak kaybolan tarımsal yöntemleri ve kırsal yaşam kültürünü korumayı amaçlayan ‘çiftlik müzeleri’ de bu kapsamda oldukça yaygındır (Anderson, 1982). Kuzey Amerikayı Avrupa modelinden ayıran eğilim, yorumlamaya olan yaklaşımı olmuştur. Avrupa’da eğilim genellikle yapılar/binalar üzerinde yoğunlaşırken; Kuzey Amerika’da birçok açık hava müzesinde, dönemin kıyafetlerini giyerek el işlerini ve gündelik işlerini icra eden yorumlayıcılara ağırlık verilmiştir (Hudson, 1987). Yaşayan tarih müzesi, gerçek insan ve nesnelerle geçtiği mekan içinde izleyicilerine tarihi dönemleri canlandırarak tarihi yeniden yaratma pratiği ve deneysel bir yorumlama olanağı sunan tipte bir müzecilik anlayışıdır. Bu anlayışla bir taraftan koleksiyonun yaşama getirilmesi sağlanırken; diğer taraftan katılımcı yöntemlerle izleyicilerin ilgilerinin çekilmesi ve aktif olarak daha iyi öğrenmeleri sağlanmaktadır. Bu yönüyle yaşayan tarih müzeleri sadece geçmişi temsil etmez, izleyicileri için tarihi gerçekler yaratır; tarihi bir film, konferans veya kitap gibi tarihi üretir (Magelssen, 2007).

Ekomüze (Ecomuseum)

‘Ekomüze’ de yaşayan müze kavramı ile bağdaştırılan, kültürel bölgelerin korunmasında ve yenilenmesinde bir teori ve yöntem olarak görülen başka bir müze türüdür. Ekomüze kavramı, 1971’de Georges-Henri Rivière ve Hugues de Varine tarafından, Fransa Çevre Bakanlığı ile miras korumasını çevreyle ilişkilendirmek amacıyla ortaya atılmış, Rivière 1980’lerdeki tanımı şöyledir: ‘Bir kamusal otorite ve yerel bir nüfus tarafından ortaklaşa tasarlanan ve yönetilen bir araç … insan ve doğanın bir ifadesi… zaman ifadesi … uzayın yorumlanması … bir laboratuar … bir koruma merkezi … bir okul. 1960’lardan sonra gelişen toplum merkezli yeni müzecilik anlayışının ve kültürel çalışmaların etkileri ile yeni bir müze türü olarak ortaya çıkan ekomüze, bir tür açık hava müzesi ve yaşayan müze olarak değerlendirilir ancak geleneksel açık hava müzelerinden farklıdır (Pan, He ve Shi, 2012).

Doğal, sosyal ve kültürel çevrenin bir yansıması olan ekomüzelerde, kültür ve doğa ait olduğu alanında ve düzeninde paylaşılır; koleksiyonları bina duvarlarına ya da belli bir tarihsel döneme sığdırmak yerine kapsam ve içerik olarak genişleme imkanı sunulur. Sergiler yerel ortamında korunur; zaman ve mekân, statik ve dinamik olarak ustaca biraraya getirilir. Bir ekomüzede, ‘miras’, ‘katılım’ ve ‘müze’ kavramları dengeli ve birbirleriyle ilişki içindedir. Ekomüzelerin temel hedef kitlesi kendi çevrelerinde yaşayan insanlardır. Ekomüzeler doğa, endüstriyel ve kültürel gelenekler de dâhil olmak üzere belirli bir bölgedeki somut ve somut olmayan çeşitli miras çeşitlerinin ve yerel kimliğin korunması, yerel aitlik duygusunu geliştirilmesi ve yerel ekonomik gelişmenin sağlanması amaçlanmaktadır. Öte yandan, turistler de hedeflenerek onların ziyaret kalitesini arttırmak için yerel sakinlerin yaşam biçimi ve ritmi özgün bir şekilde korunmaya çalışılmakta; ziyaretçiler için ‘katılım’ ve ‘deneyim’ ortamı oluştularak daha derin bir anlam taşımaktadırlar. Yerel nüfusun katılımıyla bu mirasın yönetimi ve işletilmesi gerçekleştirilmekte; etnik gruplara odaklanılmakta ve tüm bölgenin sürdürülebilir gelişmesi için bu gruplar desteklenmektedir. Eko müzeler, yerel toplulukların gelişmesinde ve ihtiyaçlarını dile getirmede önemli rol oynar. Arizona’da Amerikan yerlileri kültürü Ak-Chin Hint topluluğu ekomüze projesinde Nancy Fuller topluluğun güçlendirilmesinde teknikler sağlandığını belirtmektedir (Fuller, 2013).

 

Ak-Chin Ecomuseum

https://www.google.com.tr/search?q=ak-chin+ecomuseum&client=safari&rls=en&dcr=0&source=lnms&tbm=isch&sa=X&ved=0ahUKEwjC_IysqJzaAhUCxqYKHQjgC6IQ_AUICigB&biw=1366&bih=644#imgrc=KYXeH_6YZIJsgM

Neden ‘’Yaşayan Müze’ Deniyor?

Yukarıdaki örneklerde görüldüğü gibi, ‘yaşayan müze’ kavramı, müzelerin ‘hizmet ettikleri alan’ ve ‘koleksiyonlarını sergileme biçimleri’ temel alınarak sınıflaması yapılan açıkhava müzeleri, yaşayan tarih müzeleri ve ekomüzeler gibi müze türleri ile ilişkili olarak ele alınmaktadır. Genellikle etiket ve bilgi panoları ile kendi bağlamından koparılıp vitrinler içine konarak sergilenen nesne ve koleksiyonlardan oluşan müzelerin hakim olduğu dönemlerde, açık hava müzeleri ile etkinlik göstermeye başlayan ‘yaşayan müze’yi ‘yaşayan müze’ yapan en belirleyici özelliği, kültürel mirası üç boyutlu ve canlı örnekleri ile beraber birebir ölçeğe göre sunmasıdır. Galangau-Quérat ve Girault (2012), geleneksel değerleri ifade etmeyi amaçlayan yaşayan müzelerin kurulmasının, ‘somut ve somut olmayan kültürel mirasın envanteri, korunması ve geleneksel nesnelerin sergilenmesinin bir yolu olduğunu vurgulamaktadır.

Yaşayan müzelerin diğer belirleyici özelliği, bu müzelerde atölye çalışmaları, gösterimler ve drama yöntemleri ile kendi hikayesini anlatacak karakterlerin kullanılması; izleyicilerin geleneksel sanatlar ya da endüstriyel üretimler gibi çeşitli somut olmayan miras etkinlikleri ve halk kültürü ile etkileşime girmesinin; böylece pasif izleyici’ yerine ‘aktif izleyici’ olmalarının sağlanmasıdır.  Dürrschmidt (2012) yaşayan müzeler kuran kırsal toplumların ana hedefinin, kültürel inançları ve geleneksel becerilerini yaşatmak olduğunu; bir yaşayan müzenin sürdürülebilirliğini sağlamanın yolunun, ziyaretçilere geleneksel kültürün bir parçası olabilecekleri etkileşimli programlar sunmak olduğunu belirtmektedir. Ambrose ve Paine’in de vurguladığı gibi (2012) koleksiyonlarını canlandırmak ve ne anlama geldiğini toplumla paylaşmak için açık hava müzelerinden ekomüzelere müzecilik tarihi içinde gelişen pek çok ‘yaşayan müze’ türünde bu iletişim yöntemleri kullanılmış ve kullanılmaya devam etmektedirler.

Diğer taraftan Wilks ve Kelly (2008), geçmişte belli bir dönemin tarihinin durdurulmuş olduğu müzelere ‘yaşayan’ kelimesinin eklemlenmesini ironik olarak nitelemekte; ancak açık hava müzelerinde dönemin durağan ve nesne merkezli müzecilik anlayışına göre düzenlenmiş kapalı mekân müzelerinden farklı olarak çeşitli mekanlarda izleyicilerin pasif ziyaretçiler olmaları yerine ‘sergilemenin bir parçası haline gelmeleri için’ fırsat tanındığını, duygularıyla bireysel düzeyde etkileşime girmesine imkân sağlandığını ve miras deneyimi oluşturulduğunu vurgulamaktadırlar. Nesne’ mirasından ‘özne’ mirasına hareket etmeyi sağlayan deneyimlerin, hem temsil edilen hem de yorumlayan halkın kültürel ilgilerinin merkezinde görülmesi, yaşayan müze fikrinin ayrılmaz bir parçasıdır.

Tartışma ve Sonuç

Yaşayan müzeler, dönemin durağan ve nesne merkezli müzecilik anlayışına göre düzenlenmiş kapalı mekân müzelerinden farklı olarak, farklı mekanlarda müze deneyimlerinin yaşanabileceği ve paylaşılabileceği atmosferler yaratılmasını sağlamışlardır.

UNESCO’nun, 1972’de hazırladığı Kültürel ve Doğal Mirası Koruma Sözleşmesi’yle, yaşayan kültürlerin korunması yaklaşımının benimsenmesi müzecilik çalışmalarını etkilemiş, klasik müzecilik anlayışında olduğu gibi nesneleri bir binanın sınırları içindeki kapalı mekanlarda sergilemek yerine farklı sergileme biçimleri müze kapsamında kabul edilmiştir. Bu kabul sonrasında yaşayan bitki ve hayvan türlerini barındıran ve topluma sunan botanik ve zooloji bahçeleri ile arkeolojik hatta doğal sit alanları müze olarak kabul edilmişlerdir. 2003’te UNESCO Somut Olmayan Kültürel Mirasın Korunması Sözleşmesi’nin imzalanmasından bu yana da somut olmayan mirasın giderek önem kazanmasıyla müzeler, koleksiyonlarında ve sergilerinde, yaşayan kültürlerini temsil ettikleri topluluklarla çalışmanın ve yorumlayıcı çalışmaların öneminin farkına varmışlardır. Bu gelişmeler sonrasında, ‘yaşayan müze’yi yaşayan müze yapan uygulamaların çoğu özellikle 1980’lerden sonra pek çok müze türünde yaygınlaşmaya başlamıştır. Toplum merkezli müzecilik anlayışının yerleşmesi sonrasında müzelerde iletişim çalışmalarının önem kazanması ile yaşayan müzelerde kullanılan iletişim ve yorum çalışmaları diğer pekçok müze türlerinde de görülmeye başlamıştır. Özellikle 1990’lardan itibaren müzelerde eğitim bölümlerinin yaygınlaşmaya başlaması ve farklı izleyici gruplarına yönelik etkileşimli atölye çalışmaları, drama uygulamaları vb. çalışmaların da yaygınlaşmasını sağlamış; 2000’li yıllardan sonra ise ‘insan ve toplum merkezli anlayış’ tüm müzeler için temel bir gereklilik olmuştur. Müzelerin izleyicileri ile iletişiminde kişilerarası iletişim yöntemleri, kişisel seçim, bireysel öğrenme deneyimi ve bütün içinde seçilmiş ilgiler önem kazanmıştır (Hooper-Greenhill, 1994).

Müzelerin temel sorumluluğu ‘nesne’ merkezli yaklaşımdan ‘insan ve toplum’ merkezli yaklaşıma yöneldiği için artık müzelerin toplumsal boyutu ve toplumun somut ve somut olmayan kültürel mirasa erişimi ile ilişkili konular önem kazanmaktadır. Bu anlayış müzelerin nesne merkezli sergilerin yanında toplumun çeşitli gruplarına yönelik çekici ve eğitsel deneyimler ve yorumlar sundukları etkinlikleriyle;  atölyeleri, çok amaçlı salonlar, kütüphaneleri, kafeterya ve restoranları, bahçeleri vb. yaşam alanlarıyla varolmasını ve bir hazine ya da depodan çok atölye ve kültür merkezi gibi işletilmesini gerektirmektedir. Bu nedenle pekçok müzede toplumun eğitsel ve kültürel gelişimine hizmet etmek için, izleyicilerin gerek farklı ihtiyaçlarına yönelik ortamları, gerek sergileme teknolojileri, gerekse etkinlikleriyle müzede aktif vakit geçirmeleri için çeşitli seçenekler sunulmaktadır.

Müzecilik alanyazınında ve çeşitli ortamlardaki konuşmalarda bu anlayışa uygun olarak fiziksel ortamlarındaki canlılık ve hareketlilik ve ziyaretçileriyle geliştirdikleri kişilerarası iletişim yöntemleri nedeniyle bazı müzeler için ‘yaşayan müze’ nitelemesi yapılarak ‘yaşayan müze’ kavramının kendi anlamı dışında kullanıldığı görülmektedir. Bunun temel nedeni kanımca günümüzde hala nesne merkezli ve iletişim yöntemleri açısından çalışmalar yapmayan müzeler olduğu için, iletişimsel ortamı ile izleyici yorumlarına ve katılımına açık olan yönleri ve bu amaca yönelik düzenlenmiş ortamları nedeniyle -diğer müzeler ölüymüş gibi kabul edilerek- bu müzeler için ‘yaşayan’ nitelemesinin yapılıyor olmasıdır. Yani burada ‘yaşayan’ terimi bir sıfattır. Oysa günümüz müzelerinin iletişim işlevi ICOM’un tanımında da vurgulandığı gibi son derece açık ve nettir. “Müze” zaten toplumun eğitim ve kültürüne katkıda bulunacak, nesneleri ve temsil ettikleri kültürleri yorumlayıcı çalışmalar yaparak toplumsal kaynaşma ve bütünleşmeye katkıda bulunacak etkinlikleri ve mekanlarıyla aktif bir buluşma ve kaynaşma merkezi olmalıdır. Bunun gibi müzeler için de ‘yaşayan’ kelimesinin müzeleri nitelemek için kullanılması doğru değildir. ‘Yaşayan müze’, ‘yaşayan’ kelimesi ‘müze’ kelimesinin birleştirilmesi ile bir birleşik isim gibi müzecilik teminolojisine girmiştir.

Diğer bir neden, müzecilik terminolojisinin zengin içeriğinden faydalanılmıyor olmasıdır. “Müze” kavramına ‘yaşayan’ nitelemesi yapılarak ‘nesne merkezli’ ya da ‘durağan müze’ kavramının karşıtı olarak kastedilmek istenen pek çok şey vardır ama ‘aynen öyle’ kelimesinin günümüzde pek çok ifade yerine kullanılması gibi ‘yaşayan’ kelimesi de müzecilikte kullanılmaktadır. Oysa müzecilik terminolojisinde ‘yaşayan’ kavramı yerine kullanılabilecek ve müzenin anlamı ve işlevlerini daha iyi ifade edebilecek ‘etkileşimli’, ‘katılımcı’, ‘izleyici merkezli’, ‘aktif’, ‘yorumlayıcı’, ‘açık’ vb. pekçok kavram bulunmaktadır ve yeni kavramlar geliştirilmeye devam edilmektedir. Örneğin ICOM’un son olarak 2018 Müzeler Günü için ön plana çıkardığı “Hiper Bağlantılı Müzeler” kavramı vardır. Burada ‘Hiper Bağlantılı’ nitelemesi ile müzelerin zenginleşen ve sınırları giderek artan küresel dünyadaki iletişim yönü ve yöntemleri vurgulanmaktadır. Müzelerin toplumsal rolünü ve iletişimsel işlevini ifade edecek müzeler için ‘yaşayan müze’ kavramını bir kalıp gibi ve kendi anlamının dışında kullanmak yerine müzecilik terminolojisindeki pekçok kavram kullanılabilir.

Kaynakça

Ambrose, T. ve Pain, C. (2012). Museum basics. Third edit. London, New York: Routledge.

Anderson, J. (1982). Living History: Simulating everyday life in living museums. American Quarterly, 34(3), 290-306. Retrieved June 2017, from http://www.jstor.org/stable/2712780

Dürrschmidt, K. (2012).  Living museums as a way of preserving cultural knowledge, ICME-ICOM Annual Meeting Commodifying Culture? Cultural Villages and Living Museums (Abstract Book) Namibia: ICME-ICOM.

Fuller, N. (2013). The museum as a vehicle for community empowerment: the Ak-Chin Indian community ecomuseum project, Museums and communities: the politics of public culture (edit. Ivan Karp, Christine Mullen Kreamer, Steven Levine). London, Washington: Smithsonian Institution, 327-365.

Galangau-Quérat, F. ve Girault, Y. (2012). The museum’s experience in Cameroon as a media for tangible and intangible heritage. ICME-ICOM Annual Meeting Commodifying Culture? Cultural Villages and Living Museums (Abstract Book) Namibia: ICME-ICOM.

Hooper-Greenhill, E. (1994). Museums and their visitors. London, New York: Routledge.

Hudson, K. (1987). Museums of influence, Cambridge University Press.

Kron, E. (2012). The story of a model designing culturally historic environment using a modern narrative, Open Air Museums Memoir, Sirogojino: The Open Air Museum Old Village in Sirogojno.

Magelssen, S. (2007). Living history museums: Undoing history through performance. Maryland: Scarecrow press.

Y. Pan, L. L. He, Y. Shi. (2012). Practice of ‘Living Museum’ in the Traditional Architecture Culture Protection and Renewal in South Fujian, Applied Mechanics and Materials Online. 209-211, 98-102
doi:10.4028/www.scientific.net/AMM.209-211.98

Rentzog, S. (2007). Open air museums the history and future of a visionary idea, ALFHAM and Association of European Open Air Museums.

Sukmataji, P. (2010). A Study on Sustainable Tourism Development in Batavia, Jakarta, Indonesia, living museum proceedings, Proceedings of Regional Conference on Tourism Research the State of the Art and its Sustainability.

UNESCO (2003). Somut Olmayan Kültürel Mirasın Korunması Sözleşmesi, Retrived October 2006, from https://ich.unesco.org/doc/src/00009-TR-PDF.pdf

UNESCO (1972) Convention Concerning
the Protection of the World Cultural and Natural Heritage, Retrived February 2018, from https://whc.unesco.org/en/conventiontext/

Wilks C. ve Kelly, C. (2008). Fact, fiction and nostalgia: an assessment of heritage interpretation at living museums.International Journal of Intangible Heritage, 3, 128-140.

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir